KENDİ ELLERİYLE KADERİNİ YAZAN MİLLETİN ZAFERİ: 30 AĞUSTOS
- 27 Ağu
- 3 dakikada okunur
Tarih sahnesinde bazı günler vardır ki bir milletin kaderi yeniden yazılır. 30 Ağustos 1922 Türk milleti için işte böyle bir gündür. 30 Ağustos yalnızca askeri bir zafer değil, bağımsızlığını her koşulda koruyacağını tüm dünyaya ilan eden bir iradenin zaferidir. Bir milletin ruhunda açılan yepyeni bir sayfadır.
30 Ağustos sabahı, Kocatepe ’nin sisleri arasından yükselen güneş yalnızca ufuktan değil, Türk milletinin kalbinden de doğdu. Bir milletin kaderini kendi elleriyle yeniden yazdığını müjdeledi. Anadolu’nun toprakları, yorgun ve yoksul bir halkın azmiyle yeniden nefes aldı. Çünkü o gün, sadece bir savaş kazanılmadı; esaret zincirleri kırıldı, bir ulusun özgürlüğe olan inancı tüm dünyaya haykırıldı.
Türk ordusunun, itilaf devletlerinin desteklediği Yunan ordusuna karşı giriştiği genel saldırıyı tanımlayan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşının en önemli aşamasıydı. 21 Ağustos 1922’de taarruz emri verilmişti. 26 Ağustos’ta saldırı başlatılmıştı. O gün Mustafa Kemal Atatürk “ Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” emrini vermiş ve vatanına olan sevgisi ile Türk milletine olan güvenini göstermişti. Nazım Hikmet dizelerinde o günden şöyle bahsetmişti.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adamNasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyorduve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.O, saati sorduPaşalar: 'Üç', dediler.Sarışın bir kurda benziyorduVe mavi gözleri çakmak çakmaktı.Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarakve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarakKocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Anadolu’nun dört bir yanında yankılanan ayak sesleri, tükenmişliğin değil, direnişin sesiydi. Cepheye mermi taşıyan anaların omuzlarında yalnızca cephane değil, geleceğin umudu taşınıyordu. Yorgun bedenlere rağmen dimdik duran askerler, açlıkla sınanmış bir millete, hürriyetin ne demek olduğunu kendi kanlarıyla yazıyordu. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yürütülen Büyük Taarruz, yalnızca düşmanı bozguna uğratmadı; Türk milletine, hiçbir gücün inancı esir alamayacağını, hiçbir karanlığın özgürlük aşkını gizleyemeyeceğini de gösterdi. Her siper, umutsuzluğa atılan bir tokat, her kurşun, esarete karşı yükselen bir haykırıştı. Ve o haykırış, dağlardan ovalara, ovalardan kalplere yayılarak tek bir gerçeği fısıldıyordu: “Ya istiklal, ya ölüm!”
30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinde Yunan kuvvetleri yenilmişti. Bu zafer, yalnızca bir toprak parçasını korumak için kazanılmamıştı. Bağımsızlığın, onurun, haysiyetin, bir ulusun ruhuna kazındığı gün olmuştu. Ve bugün, üzerinden geçen onca yıla rağmen, o destanın izleri hâlâ Anadolu’nun taşına toprağına sinmiş, rüzgârına karışmış, gökyüzünde dalgalanan bayrağa mühürlenmiştir.
Fakat unutmamak gerekir ki zaferler, yalnızca anmak için değil, anlamak ve yaşatmak için de vardır. 30 Ağustos bize şunu hatırlatır ki “Özgürlük, sadece geçmişten devralınan bir miras değil gelecekte ve bugün de korunması gereken büyük bir emanettir. ” Eğer bugün bu topraklarda özgürce nefes alabiliyorsak; cephede yorgun düşmesine rağmen asla geri çekilmeyenlerin, umudunu kaybetmeyip arkasındakilere umut olanların, en ufak bir karanlığın bile özgürlüğümüze el uzatmasına izin vermeyenlerin ve “Bu vatan bizim!” diyerek vatan uğruna canını feda edenlerin eseridir.
30 Ağustos yalnızca geçmişin bir hatırası değil aynı zamanda geleceğin ışığı pusulasıdır. O pusula her zaman aynı yönü gösterir; Onur, cesaret, bağımsızlık. Ve biz, bu pusulayı kaybetmediğimiz sürece hiçbir güç bizi yolumuzdan alıkoyamayacak ve onu karartamayacaktır.
Bu toprakların her karışında, şehitlerimizin kanı ve gazilerimizin onuru vardır. Onlar, göğüslerini siper ederek yalnızca bir vatan savunmadılar; bir milletin özgürlüğünü ve yarınlarını korudular. Adları yıldızlara, hatıraları bu bayrağın kızılına kazındı. Ruhları göklerde hür, hatıraları kalbimizde ebedîdir. Onlara borcumuz, yalnızca minnet değil; bu vatanı, özgürlüğü ve bağımsızlığı sonsuza dek yaşatma sözüdür.
Sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.
Rüya SARIÇAM



Çok güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık👏👏👏
Tam anlamıyla harika. Gençlerin böyle mükemmel işler yapması geleceğimizin emin ellerde olduğuna bir kanıt adeta.